Pamukkale Travertenleri Şifadır

Pamukkale Travertenleri Şifadır

Pamukkale Travertenleri Şifadır
Pamukkale Travertenleri deyince insanı kendine aşık eden manzarası ile başlıyorum anlatmaya.Aslında beni bile benden alan bu travertenlerin saf ve doğallığı ile içimi daha da ısıtan termalleri, her yıl uğramadan yapamam dediğim kadar büyüledi beni.Şimdi hep  beraber bu denli doğal güzelliğe sahip olan Pamukkale travertenlerinin efsane  hikayesine bakalım...

Pamukkale Travertenlerinin Efsane Hikayesi

Yurdumuzun her karış toprağında bir efsane gizlidir. Kimi peri masalları gibidir, kimi hüzünlü bir aşk hikayesidir. İşte; Anadolumuz’un Denizli ilinde yaşanmış “Pamukkale Efsanesi” diye bilinen meşhur  oduncu güzelinin efsanesi. Denizli’nin Çökelez Dağı eteklerinde yaşanmış ve yüzyıllar boyu söylene gelmiş olan Oduncu Güzeli hikâyesi.
Günümüzden çok uzun yıllar Önce Denizli’nin Çökelez Dağı eteklerinde yaşayan, fakir bir oduncu ailesi varmış. Bu ailenin kızı, o kadar çirkinmiş ki yüzü sivilceli, vücudunun her tarafı çıbanlar ve yaralar içindeymiş, kızcağız utancından kimselere görünmez, aynalara bakamaz, durgun sularda kendini seyredemezmiş, zaten etrafında bulunanlarda civardan gelen giden insanlarda onu görmek istemezmiş. Oğlan anaları yolda bayırda dağda ona rastlayacak olsa yüzlerini çevirip yol değiştirirmiş hatta o kadar çekinirlermiş ki bu kızdan “Aman yoksuz kız, kutsuz kız, Allah oğlumu senden esirgesin” diye dua ederlermiş. Kız ol da gel de dayan bu yazgıya, kolay değil. Oduncu Kızının durgun bir su gibi tertemiz bir huyu, altın gibi de bir kalbi varmış, öyle şefkat dolu bir kalp ki hep başkaları için çarpan ve sadece vermesini bilen bir kalp. Ama yine de Rabbinin kendisine layık gördüğü bu çirkinliğe, “vardır bir bildiği Rabbim’in” dermiş ama yine de bir türlü alışamamış, her şey bir yana özellikle de insanların kendisine yaptığı haksızlıklar onu derinden incitirmiş. Tüm bu yaşadıkları iyice yıpratmış oduncu güzelini.  Fakirliği, genç kızın umurunda bile değilmiş ama çirkinliği canına tak etmiş.Bir sabah vakti tan ağarırken sarmış yazmasını başına çıkmış Çökelez Dağına çıkmış, dağın yamacında hıçkıra hıçkıra ağlayarak bakmış etrafına, son kez ömrünü geçirdiği güzel yurduna, çok sevdiği ama karşılık görmediği insanlarına, sonra kaldırmış başını Sema’ya.  “Her gün bin defa ölmektense bugün bir defa ölmek daha kolay, Rabbim affet beni” demiş. Kendini dağın sarp yamaçlarından boşluğa bırakıvermiş. Çökelez’in altındaki sırtlarda oduncu güzelinin düştüğü yerde derinlerden fışkıran şifalı sıcak suların varlığını nerden bilsin.O Sabah Denizli Beyi’nin oğlu da ava çıkmış ve Çökelez sırtlarında keklik kovalıyormuş. Avının peşinden telaşla giderken bakmış kayaların arasında bir kızın sırma saçları sıcak su birikintilerinin içinde pırıl pırıl parlıyor. Kız kendinden geçmiş sular yüzünden dökülüp akıp gidiyor. Bey oğlu bu dünyalar güzeli kızı, kucakladığı gibi bir ağacın gölgesine yatırmış. Yarasını beresini silerken oduncunun kızı kendisine gelmiş. Vay ben ölmedim mi vay, diye ağlamaya başlamış. Beyoğlu durumu anlamaya çalışmış zorlaya zorlaya kızı söyletmiş, “benim yüzüm, vücudumun her tarafı yara, bere, çıban, sivilce içinde çirkin bir oduncu kızıyım neden yaşayayım ki kimselerle konuşamadıktan sonra” demiş.Denizli Beyi’nin oğlu kızın bu konuşmalarına şaşırarak bakmakta “Sen mi çirkinsin oduncu güzeli, eğil de şu sularda kendini seyret, sonra da sor bakalım Ay mı daha güzel sen mi güzel?
Oduncunun kızı durur denizli beyinin oğluna tereddütle bakar sonra ellerini yüzüne götürüp yoklar, kollarına, ellerine bakar yaralarından eser yoktur, hızla yerinden kalkar ve su birikintisine bakar gördüğü karşısında adeta dili tutulur Meğer Çökelez’in taşı toprağı Pamukkale yapan sırlı suları Oduncunun kızını da eşi bulunmaz bir güzele çevirmiş.O gün bu gündür bunu duyan, gören dünya kadınları Pamukkale’ye gelir, atar kendini Pamukkale’nin şifalı sularına.  O eşsiz şifalı sularda yıkanır, sonrada güzellikler ereni oduncu kızına dua ederler.  

Gerçekten de Pamukkale ve Karahayıt’ın suları, çamurları şifalıdır. Bu sulara girmek ve vücuduna çamur sürerek, çamur banyosu yapmak için Karahayıt ve Pamukkale’ye ülke içinden ve dışından binlerce insan gelmektedir.

TARİHÇESİ

Milattan önce 2. yüzyılda Frigyalılar döneminde kurulduğu tahmin edilen bu şehir nesilden nesile birçok uygarlığa da ev sahipliği yapmıştır. İsmini, Bergama'nın efsane kurucusu Telephos'un karısı olan Amazonlar Kraliçesi Hiera'dan aldığı bilinmektedir. Stratejik olarak önemli bir konuma sahip olan bu yer Hıristiyanlık inancının merkezlerinden biri olmuştur. Hatta Hz. İsa'nın on iki havarilerinden biri olan Filipus burada öldürülmüştür. Bölge Bizans İmparatorluğunun himayesine geçtiğinde Piskoposluk merkezi olarak karşımıza çıkmıştır. Ayrıca bir efsaneye göre yer altı tanrısı Hades'e giden bir yolun (Cehennem Kapısı) burada olduğuna inanılıyor.  Şehir o dönemlerde yüz binden fazla insana ev sahipliği yapmıştır. Bu yaşamın iki bin yıl önce gerçekleştiğini düşünürsek dönemin mega şehirlerinden biri olduğunu tahmin etmek hiç de zor olmayacak. On bin kişilik eşine az rastlanan büyüklükteki tiyatrosu şehrin sanata olan düşkünlüğünü de gözler önüne seriyor. Yunan filozof Epiktesos'un Hierapolis doğumlu olduğu tahmin edilmektedir.

Termal Suyun Şifa Getirdiğine İnanılıyor

Şehrin buraya kurulmasının temel nedenlerinden biri de yer altından çıkan termal suyun insana şifa getirdiği, hastalıklara çare olduğu düşünüldüğünden olabilir. Kaldı ki günümüzde karbonatın insan sağlığı açısından yararları bilimsel olarak ıspatlanmış durumda. Şehrin girişindeki büyük hamam, dışarıdan gelen yolcular için düşünülerek yapılmış bir yapı. Hamamdan çıkanların hemen agoraya yani şehir meydanına çıkmaları da şehrin planlı bir şekilde inşa edildiğini gözler önüne seriyor.  Çökmeler sonucu oluşan antik havuz 36 santigrat derecedeki termal su ile hâlâ günümüz insanına hizmet etmeye, şifa dağıtmaya devam ediyor. Hierapolis Antik Kenti'ni ve Pamukkale Travertenlerini Müze Kart ile gezebilirsiniz. Ancak Antik Havuz'a girmek için ekstra ücret ödemeniz gerekecektir. Travertenler üzerine ayakkabı ile çıkmak yasak. Büyüklü küçüklü en derini göğüs hizasına gelen traverten havuzlarına girmek için mayo ve bikinilerinizi yanınıza alabilirsiniz.

Pamukkale’nin Tarihi Yerleri

1. Hierapolis Antik Kenti

Pamukkale’den 200 metre yükseklikte bir tepede kurulmuş olan Hierapolis Antik Kenti, Pamukkale antik kentleri içinde çok önemli bir yere sahiptir ve UNESCO Dünya Mirası Listesi içine dahil edilmiştir. Kentin ismindeki “Hiera” kelimesi ise Helen dilinde “kutsal” anlamına gelmektedir. Kentin Milattan önce  2. yüzyılda Bergama Kralı II.(ikinci) Eumenes tarafından kurulduğu biliniyor. Milattan önce 188 senesindeki  III.(üçüncü) Antiochos ile Roma arasında gerçekleşen savaşın ardından yapılan Apomia Barışı ile Pergamon yönetimine giren şehir, Milattan önce 133 senesinde Asia eyaletine bağlanmıştır.  Şehirde Pagan, Roma, Yahudi ve Hristiyanlığın etkilerini görmek mümkün olabilmektedir. Frontinus Caddesi, Agora, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Bizans Kapısı, Gymnasium, Latrina, İon Sütun Başlıklı Ev, Plutonium, Apollon Kutsal Alanı, Katedral, Aziz Philippus Martriumu kentin önemli kalıntıları arasında bulunmaktadır.  Milattan önce   2. yüzyılda Pergamon Krallığı’nın hakimi olan Attalids hanedanı, bu kaplıcaları kurmuş ve havuzlarda şehirdeki şifa kaynağı termal sulardan faydalanmıştır. Hamamların yapımında büyük taş blokları kullanılmıştır. Kompleks yapı içinde açık ve kapalı, birbirine bağlanmış çeşitli alanlar yer almaktadır. Kompleks yapıdan geriye kalan bir hamam günümüzde aynı isimle müze olarak ziyaretçilerini kabul edilmektedir.

2.Kleopatra Havuzu

Kleopatra Antik Havuzu, Milattan sonra  7. yüzyılda bir deprem sonrası oluşan bir çukur sonucu ortaya çıkmıştır. Muhteşem sütunlar bu çukurun içine girmiş ve termal sular da çukuru kaplayarak doğal bir havuzun oluşmasını sağlamıştır. Söylentiye göre şifalı olduğunu öğrenen Mısır Kraliçesi Kleopatra havuzda yüzmek ve şifa bulmak için buraya gelmiş. Zaten ismi de buradan çıkmış. Havuzun bütün yıl boyunca sıcaklığının insan için ideal olan 36 derece olması insan sağlığı açısından faydalı olduğunu ispatlayan bir delil.

3. Hierapolis Antik Tiyatrosu

Hierapolis Antik Tiyatrosu,  Pamukkale’nin tarihi yerleri arasında mutlaka zaman ayrılması gereken bir nokta. Burası Hierapolis Antik Kenti’nde bulunuyor ve etkileyici mimarisi ile dikkat çekiyor. 150 yıllık bir sürenin sonunda tamamlanabilen tiyatro, 1800 yıldır ayakta duruyor. Tiyatronun yapımının MS 3. yüzyılda tamamlandığı tahmin edilmektedir. Tiyatronun oturma yerleri bir yamaca yaslanmış bir şekilde inşa edilmiştir. Oturma aralarında toplamda 8 merdiven bulunmaktadır. Tiyatronun restorasyonu sırasında kullanılan malzemelerin %95’i tiyatroya ait malzemelerdir ve bu da tiyatronun aslına büyük oranda sadık kalındığı anlamına gelmektedir.

4.Laodikeia Antik Kenti


Denizli’nin 6 km kuzeyinde bulunan Laodikeia Antik Kenti, ana yolların kavşak noktasında olması nedeniyle geçmişte önemli bir konumda bulunmaktaydı. Bölgenin en önemli antik kentlerinden olan Laodikeia’da gerçekleştirilen kazılar, buradaki yerleşimin Kalkolitik Dönem’den Milattan  sonra 7. yüzyıla kadar kesintisiz bir şekilde olduğunu göstermektedir. Kent daha önce Rhoas ve Diopolis isimleriyle de anılmıştır. Kent yaklaşık 5 kilometrekarelik bir alanı kaplamaktadır.  Kentin kuruluşunun Milattan önce  3. yüzyıla dayandığı düşünülmektedir. Bu tarihte komutan II. Seleucus Antiochus tarafından eşi Laodike için kurulmuştur ve ismi de buradan gelmektedir. Bölge, sonrasında Milattan önce 130 senesinde Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olmuştur. Tiyatro ve anıtsal çeşme kent içinde görülebilecek en önemli tarihi noktalar arasında yer almaktadır. Milattan sonra 494 senesindeki büyük bir depremle ciddi anlamda zarar gören şehir, sonrasında eski gösterişli günlerine tekrar dönmeyi başaramamıştır. Günümüzde kentteki kazılar hala devam etmektedir.

MÜZELER

1.Hierapolis Arkeoloji Müzesi

Milattan önce 190 senesine tarihlenen Hierapolis Antik Kenti, Pamukkale’nin önemli antik bölgeleri arasında bulunmaktadır. Yaşanan deprem sonrası büyük oranda yok olan şehir, Romalılar tarafından yeniden inşa edilmiştir. Günümüzde tarihin bu etkileyici şehrine ait hamam, müze olarak ziyaretçilerini ağırlamaktadır.  Müze, 1 Şubat 1984 tarihinde ziyarete açılmıştır. Müzenin kuruluş hikayesi ise 1970’li yıllara dayanmaktadır. Müzeyi ziyaret edenler sadece Hierapolis Antik Kenti’ndeki kazılardan elde edilen eserleri değil Laodikeia, Colossai, Tripolis, Attuda gibi antik bölgelerden gelen eserleri de görme fırsatını yakalamaktadır. Tunç Çağı’nın önemli şehirlerinden Beycesultan Höyüğü’ne ait eserler de gene bu müzede sergilenmektedir. Müzede heykeller ve lahitler salonu, küçük buluntular salonu ve tiyatro buluntuları salonu olmak üzere üç ana kapalı alan bulunmaktadır.